“Yüksel ki yerin bu yer değildir.
Dünyaya gelmek hüner değildir.”1
Namık Kemal
Hiçbir şey bilmez bir halde dünyaya gelen insanın ruhunda sonsuza açılan muazzam bir bilgi kapasitesi vardır. İnsan, göz kulak gibi duyularıyla dış dünyaya açılır. Gördüklerini, duyduklarını, hissettiklerini zihninde, kalbinde tahlil eder. Böylece “bilme” dediğimiz olay meydana gelir. Bu bilme olayı bütün hayat boyunca devam eder. Her yeni öğrendiği, onu bilinmeyen yeni ufuklara sevkeder. Âdeta, her meçhul bir kapıdır. Onun açılması, açılmayı bekleyen yeni kapılarla karşı karşıya getirir.
Sıfır bilgi noktasından ilmin zirvelerine doğru tırmanan insan, bu yolculuğunda pek çok engellerle karşılaşır. Bu engellere takılanlar daha yükseklere tırmanamazlar, hatta öyle yüksekliklerden haberdar bile olmazlar. Ruhî terbiyeden uzak, fikrî derinlikten mahrum bir şekilde ömür sermayelerini tüketir giderler.
Ploton (Eflatun), “biz toprağın değil, göğün bitkisiyiz”2 derken insanın diğer canlılardan farklılığına dikkat çeker. Hamdi Yazır, aynı manayı teyiden şöyle der: “İnsan, yalnız arzî bir mahlûk değildir. O, yerlerde daralırsa, göklerden yararlanmaya yetkilidir.”3
İngilizce bir vecizede şöyle denir: İmpossible is nothing: İmkânsız diye bir şey yoktur!
Bu cümle ilk bakışta abartılı görülebilir. Çünkü bazı şeyler gerçekten imkânsızdır. Sözgelimi, zamanın çarkları geriye doğru döndürülemez… Şu dünyada ölüm öldürülemez…
Bununla beraber, çoğu insanın “bu imkânsız, böyle bir şey asla olamaz!” dedikleri nice şey, gerçekte imkânsız değildir.
-İnsan havada uçar mı? Evet, uçar. Hem de kuşlardan daha süratli…
-Gemiler karada yürür mü? Evet, yürür. Bunu hisseden biri onları karada yürütür, tarihin akışını değiştirir, bir çağı kapar, yeni bir çağ açar.
-İnsan bir saatte bin sayfa okuyabilir mi? Evet, okuyabilir. Hızlı okuma teknikleriyle bunu yapabilir, hem de okuduklarını anlayabilir.
-Okuduklarını tek tek hatırda tutmak, hatta neredeyse ezberlemek mümkün müdür? Evet, mümkündür. Hafıza teknikleri kullanmak suretiyle neredeyse “unutmayı unutmak” gerçekleşebilir.
-Zaman tünelinde seyahat olabilir mi? Evet, olabilir. “Müdahale olmaksızın müşahede” hem mümkün, hem de vakidir.
-Sesi ve görüntüyü naklettiğimiz gibi eşyayı da aynen nakledebilir miyiz? Evet, nakledebiliriz. Kur’an’da Hz. Süleyman’ın kıssası anlatılırken, O’nun Yemendeki Belkıs’ın tahtını bir anda Şama getirttiği bildirilir…
Daha bunlar gibi çok örnekler verebiliriz. Öyle görülüyor ki, insanoğlu daha nice yenilikleri bulacak, olmaz zannedilen şeylerin olduğu görülecektir. Hayallerini sınırlandırmayanlardan biri olan Fransız yazar Jules Verne, (ö. 1905) “Aya Seyahat” isimli romanında yaklaşık yüzyıl öncesinde ay yolculuğunu anlattı. “Denizler Altında 20.000 Fersah” kitabında ise, daha denizaltılar yokken okuyucularını denizler altında gezdirdi.
Keza, insanlar kuşların uçuşunu hayranlıkla seyredip, uçmayı önce hayal ettiler. Ardından kanat takarak veya basit bir takım aletlerle uçmayı denediler. Şimdi ise, kuşlardan daha hızlı uçabilmekteler.
Kitaplar önceleri elle yazıldı. Derken matbaa keşfedildi, harfler tek tek dizildi ve böylece aynı kitaptan binlercesi basıldı. Günümüzde ise, bilgisayar ile her ev bir matbaa olabilmekte…
“Medeniyet tekerleğin keşfiyle başladı” denilir. İnsanlar bu tekerlekle önce kağnı yaptı, yükünü kağnıya yükledi, ağır ağır yol aldı. Günümüzde ise aynı tekerlek hem otomobilde, hem fabrikalarda dönmekte, insanın yükünü taşımakta, işlerini kolaylaştırmakta…
İnsanoğlu topyekûn böyle başarılar gösterdiği gibi, fert olarak da nice başarıları göstermeye namzettir. Önce basitten başlar, sonra nice büyük başarılara imza atar. Onun başarması gereken en önemli alanlardan biri, hitabette iyi bir konuma gelebilmektir.
İnsan, konuşan bir canlıdır. Düşüncelerini, hissettiklerini sesli veya sessiz olarak ifade eder. Fuzûli, şöyle der:
“Eylesen tûtîye tâlim-i edâ-yı kelîmât,
Sözü insan olur ammâ, özü insan olmaz.”4
Yani, papağana konuşmayı öğretsen sözü insan olur, ama kendisi insan olmaz. Zira konuşmak sadece kelimeleri art arda sıralamak değil, bunları fikir ve hislerin tercümanı olarak ifade edebilmektir.
Güzel konuşmak bir ayrıcalıktır, Rahmân olan Allah’tan insanlara büyük bir nimettir. Hitabetin sırlarını elde eden kimse, hayat yolculuğunda mühim bir avantaj elde eder. Bir seyyar satıcıdan politikacılara kadar hemen her kesimin güzel konuşma sanatına ihtiyacı vardır.
Çevremize baktığımızda görürüz ki, bazı insanlar bilir, ama güzel anlatamaz. Bazıları ise bilmez, ama bilen kimse edasıyla konuşur. Bu durumda, hem bilen hem de güzel anlatabilen kimselere ihtiyaç vardır.
En güzel konuşan bir Peygamber’in ümmeti olanlara, güzel konuşma sanatı son derece gereklidir. Çünkü gerçeklerin takdimi ve tebliği buna dayanmaktadır. Halka hitap etme makamında olanlar, “halk bizi dinlemiyor, halkın anlama seviyesi çok düşük” diyorlarsa, aslında kendi kusurlarını ilân etmişler demektir. Bu sözlerin anlamı şudur: “Biz halka anlatmasını beceremiyoruz, anlatma seviyemiz çok düşük.”
Bir sinek vızıltısı, radyo ve televizyonlarda bir çağlayan gürültüsü şeklinde duyurabilmektedir. Sinek vızıltısı kadar öneme sahip olmayan fikir ve ideolojilerin her türlü iletişim vasıtasıyla her tarafa neşredildiği bir dünyada, çağa ve çağın insanlarına verecek mesajı olanlar çağlayan misali fikir ve davalarını çok daha güçlü anlatabilmelidir. Ancak bu, kuru temenniyle gerçekleşmez, bunun da yolları ve sırları vardır.
Az sayıda insan kayda değer bir şeyler yapar, çok sayıda insan bu yapılanları seyreder, daha çok sayıda insan ise, neler olup bittiğinin farkında bile değildir. Kayda değer bir şeyler yapan kimselerin en önemli özelliklerinden biri, hitabette başarılı olmalarıdır. Denilir ki, “insan, elbisesiyle karşılanır, konuşmasıyla uğurlanır.” Tarihte derin izler bırakanların önemli bir kısmı, bunu güzel konuşmalarıyla gerçekleştirmiştir. Bu açıdan baktığımızda, hitabet bir insanın sahip olabileceği en artı değerlerden biridir.
Hayat bir ahenktir, konuşma da öyle olmalıdır.
Dil, insanın konuşma vasıtasıdır, Rahmânın insana en büyük nimetlerinden biridir. “Biz insana bir çift göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?” ayeti bu büyük nimete dikkat çeker.5 Ayette, dudaklar dil nimetinin tamamlayıcı unsurları olarak zikredilmiştir. İnsanın yüzünden hayalen dudakları kaldırsak, insan çirkin bir görünüme girecek ve “b”, “m” gibi harfleri asla çıkaramayacaktır. Etrafımızdaki hayvanlara da gerçi dil nimeti verilmiştir, ama onlar dillerinin büyüklüğüne rağmen konuşamazlar, ancak belli sesleri çıkarabilirler.
Dil bir kelime ağacıdır. Aşılanmış bir meyve ile yabanisi arasında ne derece fark varsa; terbiyeden geçmiş bir dille, terbiye görmemiş bir dil arasında da en az o kadar fark vardır. Biri bal gibi tatlı, diğeri zehir gibi acıdır.
Kur’an-ı Kerim’de güzel bir söz güzel bir ağaca benzetilir. Kökü toprakta sabit, dalları semada devamlı meyve vermektedir. Çirkin bir söz ise, çirkin bir ağaç gibidir. Ne sağlam bir kökü vardır, ne de işe yarar bir meyvesi…6
Güzel sözle çirkin söz, aydınlık ve karanlık kadar birbirinden farklıdır. Ruhen temiz insanların sözleri de temizdir, güzeldir. Ruhen kirli insanların sözleri ise, kirlidir, çirkindir. Zira “temizler temizlere, habisler habis şeylere lâyıktır.”7
Güzel konuşmak kelimelerle resim yapmaktır, muhataplara bir söz ziyafetidir. Dinleyenlerin hâline uygun bir şekilde meramını anlatmaktır… Ressamlar, aşçılar, terziler arasında büyük mertebeler olduğu gibi, insanlar arasında konuşma noktasında da mertebeler vardır.
“Konuşmak sesli düşünmek; düşünmek, sessiz konuşmak” olarak değerlendirilir. İnsanın tarifinde “o, konuşan bir canlıdır” denilir. Dilimiz sayesinde, diğer insanlarla iletişim kurar, derûnumuzdaki manaları onlarla paylaşırız. Buna “sözlü iletişim” denir.
Aslında konuşan sadece dilimiz değildir. Bedenimiz de konuşur, hem de her şeyiyle… Bedenin konuşması “vücut dili” veya “beden dili” kavramı ile anlatılır. Bu konuşma, bir “sözsüz iletişim”dir.
Yapılan araştırmalara göre, insan beden diliyle bir milyon civarında farklı manayı anlatabilir. Hâlbuki günlük hayatta kullandığımız kelimeler sınırlıdır. Bir insan, bin kelimeyle meramını az çok ifade eder.
Yine yapılan araştırmalara göre, muhatabımıza meramımızı anlatmada, konuşma dilimizin etkisi % 10, ses tonumuzun etkisi % 30 iken, beden dilimizin etkisi % 60 dır. Bu durumda iletişim ve etkileşimde beden dilinin ne kadar önemli olduğu açıkça ortaya çıkar.
Eskiler beden dili yerine hâl dili (lisan-ı hâl) ifadesini kullanırlar, “Lisan-ı hâl, lisan-ı kâlden daha üstündür” diyerek de hâl dilinin konuşma dilinden daha etkili olduğunu anlatırlardı.
İnsanın konuşması, onun iç dünyasını bize yansıtır. Hatta denilir ki, “ağzınızı her açışta başkaları oradan içinizi seyreder.” Konuşmalarımız bizi tanıttığı gibi, hâl ve hareketlerimiz, jest ve mimiklerimiz de bizi tanıtır, hem de çok daha ileri boyutta… Öyle ki beden dilinin sırlarını bilenler, muhataplarını bir kitap gibi okuyabilirler, onların sözlerinden iç dünyalarına uzandıkları gibi, davranışlarından da ruhlarının ta derinlerine inebilirler, söylemediklerini veya söyleyemediklerini de duyabilirler.
Bazıları “insanda konuşma kabiliyeti tümüyle doğuştandır, dolayısıyla güzel konuşma kabiliyeti ya vardır, ya da yoktur. Bu konuda çalışma yapmak abesle iştigaldir” deseler de, durumun öyle olmadığı aşikârdır.
Evet, konuşma kabiliyeti, insanın doğuştan getirdiği bir özelliktir, ama bu kabiliyetin yönlendirilmesi insana bırakılmıştır. Çekirdek hâlindeki bu kabiliyet hem sümbüllenebilir, hem de kuruyabilir. İki insandan biri, bülbülleri kıskandıracak akıcılıkta bir konuşma yaparken, aynı kabiliyete sahip diğeri günlük konuşmada bile zorlanıyorsa; birincisi güzel konuşmanın bazı sırlarını yakalamış, ikincisi bu sırlardan gafil kalmış demektir.
Sözlerin en güzeli, Kur’an; insanların en güzel konuşanı ise, Hz. Muhammed’dir (a.s.m). Kur’an-ı Kerim, en güzel konuşma örneklerinin verildiği rehber kitap, Hz. Peygamber ise, bu kitabı hitabette de uygulayan önder şahsiyettir. Güzel konuşmak, etkili yazmak isteyenler, Kur’an’ın ifade tarzını ve Hz. Peygamberin konuşma şeklini iyi bilmek zorundadır.
1 Ahmet Hamdi Tanpınar, Namık Kemal Antolojisi, Muallim Ahmet Halit Kitabevi, İst. 1942, s. 125
2 Mübahat Türker, (Küyel), vd, Felsefeye Giriş, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1985, s. 50
3 Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, I, 291
4 Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2008, I, 190
5 Beled, 8-9.
6 Bkz. İbrahim, 24-26.
7 Bkz. Nur, 26.
