İnsan kalbinin mazhariyetlerinden biri olan ilham, kelime anlamıyla “bir şeyi birden yutturmak” anlamındadır.1 Istılah olarak ise, “kalbe bir şeyin ilkası”,2 “kalbe feyiz yoluyla ilka edilen mana”3 demektir.
Kur’an-ı Kerim’de “ilham” kelimesi sadece Şems suresi sekizinci ayette geçer. Bu ayette, Cenab-ı Hakk’ın nefse fücurunu ve takvasını ilham ettiği bildirilmektedir.
Hz. Musa’nın annesine gelen ilham, ilham konusunda bize ufuk açıcı mesajlar sunar. Şöyle ki:
Firavunun adamları tarafından oğlu küçük Musa’nın öldürülmesinden endişe eden dertli annenin kalbine, Cenab-ı Hak şu manaları ilham eder:
“Çocuğunu emzir. Onun başına bir şey gelmesinden korktuğunda, onu (sandık içinde) denize bırak. Korkma ve üzülme! Biz onu sana tekrar kavuşturacağız ve onu peygamberlerden yapacağız.”4
Bu olayda ilhamın şu üç karakteri karşımıza çıkar:
1. Yönlendirme.
2. Teselli.
3. Müjde.
“Çocuğunu emzir… Onu denize bırak”, ifadeleri bir yönlendirmedir.
“Korkma ve üzülme”, bir tesellidir.
“Biz onu sana tekrar kavuşturacağız ve onu peygamberlerden yapacağız” kısmı ise, istikbale yönelik iki müjdedir.
Bu olayda, vahyin evrenselliğine karşılık ilhamın hususiliği kendini göstermektedir. Yani, Hz. Musa’nın annesine gelen ilham, başkalarını ilgilendiren bir mesaj değildir. Teselliye muhtaç hassas bir kalbe gelen özel bir haberdir.
Yine bu olaydan hareketle, ilhamın gelme zamanı hakkında bir kanaat edinebiliriz. Bu tür ilhamlar durup dururken değil, kutsi bir teselliye muhtaç olunduğunda gelmektedir.
Şüphesiz ilhama mazhar tek insan Hz. Musa’nın annesi değildir. Gerek veli, gerek şair, gerekse san’atkar insanlar genelde ilhama açık kimselerdir. Ayrıca, ilim adamları da zaman zaman ilhamdan nasiplerini alırlar. Diğer insanlar da, nadiren de olsa ilham olayıyla karşı karşıya kalırlar.
Peygamberlerine vahiyle konuşan, bütün varlıklara, o varlıkların mahiyetlerine uygun bir şekilde program yerleştiren Cenab-ı Hak, yeryüzündeki en seçkin misafirleri olan insanlarla da elbette konuşacaktır. Bu noktada ilhamı, bir nevi İlahi tekellüm olarak görebiliriz. Fakat bu tekellüm,
“Allah’ın hiçbir insanla, bir vahiyle veya perde arkasından veya bir elçi gönderip te kendi izniyle dilediğini vahyetmesi dışında konuşması yoktur”5 ayetinde geçtiği gibi, “perde arkasından”dır.
“Allah’tan korkun. O size öğretir”6 ayeti, günahlardan kaçınmanın ilahi talime vesile olmasına işaret eder. Allah müttaki kulunun kalbine bir nur verir.7 Nitekim “Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız, o size bir furkan verir…”8 ayeti de bu manayı teyit eder.
Ayette geçen “furkan”, hak ile batılı ayırma gücü anlamındadır.”9
İnsanlığın düşünce tarihine baktığımızda, nice düşünürün ilhamdan bahsettiğini görürüz. Mesela Sokrat “daimanion”undan bahseder. Bu kelime içten gelen uyarıcı bir ses, vicdanın sesi, ahlakî bir sezgi, ilham gibi anlamlarda kullanılmıştır.10 İçinde duyduğu bu ses, yapmaması gereken eylemlerden onu alıkoymaktadır.11
J.J. Rousseau, gerçeği önceleri akılla arar. Fakat akılla gittiği oranda kalbinde, duygusunda bir boşluk olduğunu anlar. Bunun üzerine yalnızlığı seçer. Kalbiyle, duygusuyla karşı karşıya kalır. O artık tabiatın güzelliklerini, mesela, bir derenin sakin sakin akışını, yüksek bir dağın ulu tepesini, çiçeklerin kokusunu, kısacası asıl tabiatı sevmekte, aklın düşüncelerinden kaçmakta, hayal gücünün, duygusunun önderliğinde yürümektedir. Ona göre “içimizden kopup gelen bir sesin, ilahi ilhamın öğrettiği gerçekler, en açık ve en kesin gerçeklerdi.”12
17. yüzyıla damgasını vuran Descartes (Dekart) (ö. 1650), gerçeğin hararetli arayıcılarındandır. Önceleri subaydır. O hareketli ortam içerisinde bile zihni devamlı gerçeğin peşindedir. Nihayet 1619 yılının 10 Kasım günü, Tuna üzerindeki Neuburg’ta büyük bir coşku içinde, olağanüstü bir bilimin esaslarını bulduğunu görür.13
Pascal (ö. 1662) Dekart’ın izinde giden büyük bir düşünürdür. Fakat Pascal’da gönül adamlığı ciheti daha belirgindir. Akla bir sınır çizer ve akılla ulaşamadığımıza gönülle ulaşacağımızı söyler. “Gönlün, akılla kavranamayacak olan kendine göre isbatları (raisons’ları) vardır.” der.14
Değerli mütefekkir, Cemil Meriç, aynı konuda şunları söyler:
“Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla… Ben kalemle doğmuşum… Şiirle başladım edebiyata. Kulaklarımda bir ses uğulduyordu, etrafımdakilerin duymadığı bir ses. Ve defterler kendiliğinden doluyordu.”15
“Kuşlara benzer kelimeler, odama dolarlar bir akşam. Nereden gelirler bilinmez. Kâh çığlık çığlığadırlar, kâh sesleri işitilmez.”16
İzzetbegoviç’in ifadesiyle, “insanlığın hassas antenleri” olan şairler17 ümmi bile olsalar, ilhama mazhariyetle şiirde zirvelere yükselirler.
Araştırdığı konuya kendisini bütünüyle vermiş ilim adamları, san’atkarlar da ilhamdan nasibini almış kimselerdir.
Hamdi Yazır’ın dediği gibi, “fen yolunda bile en büyük keşifler, insan kalbine şimşek gibi çarpan bir hak telkininin eseridir.”18
Çağdaş düşünürlerden Alexis Carrel, bu konuda şu tesbitlerde bulunur:
“Muhakkak ki büyük keşifler yalnız zekânın eseri değildirler. Dâhi bilginler, müşahede ve anlama gücünden başka entüisyon (içine doğma) ve yaratıcı muhayyile gibi vasıflara da sahiptirler. Bunlar entüisyonla başkaları için gizli olanı sezer, görünüşte ayrı olan fenomenler arasındaki ilişkileri anlar, meçhul hazinenin mevcudiyetini tahmin ederler. Bütün büyük insanlarda entüisyon özelliği vardır…” 19
İşte ilhama mazhar kişiler, günlük hayatın akışı içinde başkalarının göremediğini görürler, sezemediğini sezerler, hissedemediğini hissederler. Bir başka ifadeyle, “bilginin bambaşka bir boyutunda yer alan kimi sezgiler ve dimağlar, bize göre verimsiz gibi gelen bir zeminden diriltici sular, İlâhi temaslar elde edebilirler.”20
İlhama mazhar kişilere baktığımızda, bunların kendi sahalarında fâni olduklarını, her şeyleriyle o sahaya yöneldiklerini görürüz. Mesela, bir müzisyenin dünyası notalardan meydana gelmiştir. Bir ressamın dünyası renkler ve şekillerden örülüdür. Bir şairin dünyasında hep kelimeler vardır.
Bunlar, kendi branşlarının gemisinde, sisle örtülü sırlar denizinde ilerlerken, zaman zaman ilerdeki kayaları hayal meyal görür gibi olurlar. Sonra, tekrar bir sis etrafı kaplar. Bazan bir rüzgâr eser, bütün sis bulutlarını dağıtır, önlerindeki kayaları ve ilerdeki kıyıları onlara açık ve net olarak gösterir.21 Böylece kayalardan aşarlar, kıyılardan geçerler. Gerçeğin yeni ufuklarına doğru yelken açarlar.
“Ömrünüzün günleri içinde Rabbinizden nefahat (rahmet esintileri) vardır. Bunlara mukabil olunuz”22 hadisi, ilahi ilhamın mevcudiyetinden haber verir. Fakat buna mazhariyet için, alıcı durumda olan kalbin uygun bir halde olması gerekir. Yapılan bir yayını alabilmesi için, alıcı cihazın hem açık olması, hem de ilgili frekansta bulunması lazımdır.
Şüphesiz insan kalbi her zaman aynı duyarlılıkta olmadığı gibi, ilham esintileri de daimi değildir. Hz. Yakub’un durumu bunu açıkça göstermektedir. Yakınında bulunan Ken’an kuyusundaki Yusuf’un durumunu bilmezken, yıllar sonra Mısır gibi uzak bir yerden O’nun kokusunu duymuştur.23
Hz. Yakub’a bunun sebebi sorulduğunda şöyle der: “Bizim halimiz, çakan şimşek gibidir. Bazan açık olur, bazan kapalı. Bazan göklerin üstüne çıkar otururuz, bazan da ayağımızın üstünü göremeyiz.”24
1İsfehani, s. 748
2İsfehani, s. 748; İbn Manzur, V, 555
3Teftazani, Şerhu’l Akaid, s. 45; Cürcani, s. 34
4Kasas, 7
5Şura, 51
6Bakara, 282
7Kurtubî, III, 262
8 Enfal, 29
9İbn Kesir, I, 130; İsfehani, s. 633; İbn Manzur, IV, 302
10Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kit. İst. 1990, s. 50-51
11Akarsu, s. 185
12Adıvar, s. 258- 259
13Bkz. Gökberk, s. 257-258?
14Gökberk, s. 278
15Meriç, Bu Ülke, s. 323
16Meriç, Bu Ülke, S. 181
17Aliya İzzetbegoviç, Ali, Doğu ve Batı Arasında İslam (İslam Izmetu Istoka zapada ireca Alternativa), Ter. Salih Şaban, Nehir Yay. İst. 1987, s. 130
18Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, I, 366
19Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul, Ter. Refik Özdek, Yağmur Yay. İst. 1990, s. 148-149
20S. Kılıç, “Nun Harfi İçin Ek Bilgiler”, Dergâh Dergisi, Nisan 1992, s.22
21Carrel, age. s. 59
22Aclûni, I, 231- 232
23Alûsî, XIII, 82
24Şeyh Sadi, Gülistan, Mısru’l- Mahruse Matb. 1299 h. s. 50
