Beşer ötesi bir bilgi türü olan vahiy “Cenab-ı Hakkın dilediği bilgileri elçilerine kelam, söz ve mana olarak bildirmesi, Allah ile peygamberi arasında, mahiyetini ancak Allah’ın ve peygamberinin bilebileceği bir iletişim vasıtasıdır.”1 Bir başka ifadeyle, “Allahu Teâlâ’nın insanlara bildirmek istediği emir, yasak ve haberleri, vasıtalı veya vasıtasız bir tarzda, gizli ve sür’atli bir yolla peygamberlerine iletmesidir.”2
Izutsu, vahyin üç özelliğine dikkat çeker:
1. Vahiy, her şeyden önce bir haberleşmedir.
2. Bu haberleşmenin sözlü olması zaruri değildir. Yani, haberleşme için kullanılan işaretlerin daima dil işareti olması gerekli değildir. Ama dil işaretleri de kullanılabilir.
3. Bu haberleşmede daima bir sırlılık, bir gizlilik ve hususilik vardır.3
Vahyin mahiyetinde bulunan bu “sırlılık, gizlilik ve hususilik”, vahyin başkalarınca anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Bir başka ifadeyle, “vahiy, keyfiyeti Allah ile peygamber arasında kalmış bir sır olduğundan, insanoğlunun onu tam olarak anlaması mümkün olmamıştır.”4
Bundan dolayı, başta Hz. Peygamber olmak üzere, bütün peygamberler, şiddetli muhalefetle karşılaşmışlardır. Muhatapları, onların da kendileri gibi insan olmasından hareketle, onlardaki risalet cihetini inkâra çalışmışlar, işi yokuşa sürmüşlerdir. Onlara göre peygamber dediğin harika hallere mazhar olmalı, elinde sihirli bir değnekle gezmeliydi. İsterse dağları altına çevirmeli, yarın neler olacağını haber vermeliydi. Ayrıca, bir insan değil, melek olmalıydı. 5
Bu gibi taleplere karşı, Cenab-ı Hak Hz. Peygambere şu talimatı verir:
“De ki: Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilmem. Size ‘ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben ancak bana vahyedilene uyarım. De ki: Hiç görmeyenle gören bir midir? Aklınızı kullanmıyor musunuz?”6
Ayetin son kısmından, vahye mazhar peygamberin gören bir kimseye, vahyi inkâr edenlerin ise körlere benzetildiği hissedilmektedir. Nitekim Hamdi Yazır ayeti bu yönde değerlendirir:
“Peygamberle peygamber olmayanın farkı, gözlülerle âmâların farkı gibidir. Âmâlar, görmedikleri şeyleri ancak görenlerin haber vermesinden dinleyerek işitme yoluyla istifade edecekleri gibi, peygamber olmayanlar da peygamberlerden öyle istifade ederler. Âmâlara gözlülerin delil ve ayetleri olan renkleri anlatmak mümkün olmaz. Sağır ve deli değillerse, önlerindeki uçurumu söyleyerek sakındırıp korundurmak ve işitme ve kalp ayetleri sayesinde salim yolları anlatmak mümkün olur.”7
Wells (ö. 1948) “Körler Memleketinde” isimli romanında şöyle bir olay anlatır:
Romanın kahramanı bir gün dünyadan çok uzak Andes Vadisinin dağlık arazisinde dolaşırken, bütün mensupları anadan doğma kör bir memlekete gider. Bunların arasına girip, dünyanın bin bir çeşit manzarasını onlara anlatır. Fakat hiçbirini inandıramaz. Körlerin doktorları, gözleri gören bu adamı muayene edince, onun bir deli olduğuna hükmederler. Ve normal hayata dönebilmesi için gözlerini dikmeye karar verirler.8
İlahi vahiy yoluyla insanlara fizik ötesi âlemin sırlarını anlatan peygamberlerin hali, bazı yönleriyle romanın kahramanına benzemektedir. “Hayat ancak dünya hayatıdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman (dehr) helâk eder”9 diyen, duyuların ve aklın sınırlı alanına hapsolan kimselerin vahye muhalefetleri inkârlarının bir gereğidir.
Jean Herbert’in ifadesiyle “kıyıdakiler engin denizlere açılanların hikâyelerini şüpheyle karşılarlar.”10
1Şerafeddin Gölcük, Kelam, (Süleyman Toprak ile birlikte), Selçuk ün. Yay. Konya, 1988, s. 288
2Demirci, s. 237
3Toshihiko Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, Süleyman Ateş, Kevser Yay. Ankara, s. 147-148
4İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Elif Ofset, Ankara, 1979, s. 44
5Bkz. Furkan, 7-8; En’am, 91; İbrahim 10-11 Enbiya, 3; Mü’minun, 24; Şuara 154 ve 186-187; Teğabün, 6; İsra, 90-95…
6En’am, 50
7Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, III, 1939
8Bkz. Peyami Safa, Mistisizm, Bedir Yay. İst. 1961, s. 127
9Casiye, 24
10Meriç, Bir Dünyanın Eşiğinde, Ötüken Yay. İst. 1976, s. 43
