Aklın bu kadar faziletlerinden bahisten sonra, biraz da onun sınırından bahsetmek yerinde olacaktır. Yoksa biraz methedilince başı bulutlara değen insan misali, akıl da bu kadar övgüden sonra kendini mutlak hakikatlerin, salt gerçeklerin yanılmaz sahibi, her şeyin miyarı ve mizanı zannedebilir. Bütün ihtilaflı konularda kendisinin hakemliğine müracaatı isteyebilir. Nitekim aklı gerçeğin tek ve yanılmaz ölçüsü kabul eden nice insan, kendi aklının veya mutlak manada aklın ulaşmadığı gerçekleri inkâr cihetine gitmiştir. “Onlar, ilmen kuşatmadıkları ve henüz tevili kendilerine gelmeyen şeyleri yalanladılar”1 ayeti, bir yönüyle meselemize de bakmaktadır.
Aklın sınırı konusunda Hamdi Yazır şöyle der:
“Akıl, hakikate hâkim olmadığı gibi, dine de hâkim değildir. İnsan aklı mutlak hakikati kapsamadığı için, bütün ilâhî kudret ve hakikatleri kendinden çıkarmaya kalkışırsa, küstahlık etmiş olur…2”
“Akıl, mutlak doğrunun bütün sınırını çizemez.”3
“Hep akıl ve mantık olmak isterseniz, henüz kavrayamadığınız hayat tecellileri karşısında bedbin olursunuz.”4
Mehmet Aydın, “her şeyin akılla açıklanabileceğini veya isbat edilebileceğini öne sürmenin bir hata olduğunu” söyler.5 Aynı konuda Necip Taylan ise şöyle der:
“Akıl, mutlak hakikatin bütün sınırlarını çizemez. Bununla beraber o, mutlak hakikatin mutlak muhalden ayrıldığı sınırı çizebilme gücüne sahiptir.”6
“Nazari akıl, bir şeyin doğru veya yanlış olduğunu gösterir. İyi veya kötü olduğunu göstermez… Hiç kimse, niçin fedakâr, adaletli, samimi ve cesur olduğunu tamamen bilmez. Bunlar, kökleri henüz keşfedilmemiş bir takım yüksek duygulara dayanır.”7
“Akıl, aklın sınırını aştığı noktadan itibaren bazı problemleri ‘imana’ bırakır. Ancak iman sınırına kadar akla ihtiyaç vardır. Çünkü aklın olmadığı yerde imandan söz edilemez.”8 Selahaddin Şimşek’in ifadesiyle, “hakikate eriş akıllıların işidir, ama akıl işi değildir.”9
Necip Fazıl, aklı bir projektöre benzetir. O ışığın ulaşamadığı yerlerde, söz peygamberlerindir.10 Ona göre, “aklın Sidretü’l-Müntehası vardır. Daha ilerisine ‘aşkla’ gidilir.”11
Yine O’nun ifadesiyle, “bu iş ne akılla olur, ne de akılsız… Anlama nimeti olan akıl, yine bizzat kendisini anlamak şartıyla, anlayamadığını anlayarak ‘selim akla’ yükselir.”12
“Akıl, akla mahsus cevalan sahalarında azami hak ve hürriyet payına malik olarak hareket eder… Şeriata köle, cihana sultan olur.”13
Bazılarınca ise akıl, “nerede durması gerektiğini bilmeyen bir koşucu. Gündüz ördüğünü gece söken Penelop.”14
Değerli mütefekkir Cemil Meriç, bu konuda kendine has veciz üslubuyla şunları der:
“Akıl, devlerin değil, cücelerin silahı.
İnsiyaktan daha ahmak bir meleke.
Küstah, şımarık, mütecaviz.
Hırsız fenerinin soluk ve şüpheli aydınlığı.”15
Mücerret akla bu tenkitleri yapan Meriç, gerçek akıl konusunda ise, “İlahi bir mevhibe. Aşka, sonsuza, feragate kanatlandırır bizi” ifadelerini kullanır.16
Bütün bunlardan öyle anlaşılıyor ki, akıl gerçeklere açılan bir pencere olmakla beraber, tek pencere olamaz. Görmenin, işitmenin sınırı olduğu gibi, aklın da sınırı vardır. Bir kısım meselelerde aklın hakemliğine müracaat edilse bile, her meselede aklı hakem yapmak, uygun bir davranış değildir.17
Ferid Kam, insan idrakinin ve aklının bu sınırlılığını şöyle anlatır: “Beş duyu ile algıladığımız, analiz ve senteziyle birçok şeyler meydana getirdiğimiz maddenin ne olduğunu daha doğru dürüst bilmiyoruz. Maddenin hakikatine dair birçok nazariyeler, faraziyeler ileri sürülüyor. Bunların hepsi, bilinmeyeni başka bir bilinmeyenle tarif etmekten öteye geçemiyor. Hakikate doğru hayli mesafe kat ettiğimize inanıyoruz. Sonra dönüp arkamıza bakıyoruz, bulunduğumuz noktadan bir adım bile ileri gidemediğimizi görüyoruz.”18
Nitekim pek çok ilim adamı, Pascal örneğinde olduğu gibi, önce akılla kâinatı fethe çalıştıkları halde, sonunda gerçeğe kavuşmayı dinde bulmuşlardır.19 Zira “hakikat-ı mutlaka, mukayyet enzar ile ihata edilmez.”20 Yani, mutlak bir gerçek, kayıtlı bakışlarla kuşatılamaz. Mevlana’nın verdiği şu temsil, bu hakikate güzel bir misaldir:
Ömründe hiç fil görmemiş bir kısım insanlara, karanlık bir odadaki fili tarif etmeleri istenir. Onlar da, elleriyle fili yoklayarak tarife çalışırlar. Filin ayağını tutan, onu bir sütun zanneder. Kulaklarını yakalayan yelpazeye benzetir. Hortumunu yakalayan, onu hortumdan ibaret olarak görür. Hâlbuki bir mum yaksalar, fili gerçekte olduğu gibi görebileceklerdir.21
Fili her cepheden bir bütün olarak görebilmek için bir mum yeterlidir. Fakat sayısız gerçeklerle dolu olan bu âlemi ve âlemi yaratan yüce Yaratıcıyı gerçeğe uygun olarak tanıyabilmek için “vahiy güneşi“ne ihtiyaç vardır. Gerçekleri görmede ve bulmada aklın da bir ışığı olduğunu kabulle beraber, onun ışığı, karanlıkta etrafı aydınlatmaya çalışan yıldız böceğinin cılız, zayıf ışığı gibidir. Aklının ışığına güvenip yol alanlar, gecedeki yıldızböceğine benzer. Aklını İlahi vahyin hakikatlerine ulaşmada vasıta yapanlar ise, bal arısına benzer. Gerçi, bal arısının ışığı yoktur. Fakat gündüzün ışığında yol aldığı için, zahmetsiz ilerleyebilir.22
Akıl bir bağdır. İnsanın kâmil manada gerçeğe ulaşması ancak nakille, yani ilahi vahiy ile mümkündür.23
Dünyayı kâinatın merkezi ve hareketsiz kabul eden Batlamyus nazariyesinin24 bin yıldan fazla insanlar tarafından kabulü gösteriyor ki, “akıllar yanılabilir. Görünen köy, kılavuz isteyebilir.”25
O kılavuz ise, âlemlerin Rabbinin bütün âlemlere bakan beyanı olan Kur’an-ı Kerim’dir. Evet, Kur’ân-ı Kerim, Cenab-ı Hak’tan insanlığa İlâhî bir hitap ve gerçekleri gösteren semavî bir Kitaptır.
1Yunus, 39
2Yazır, İslam Düşüncesinin Problemlerine Giriş, Sad. Recep Kılıç, Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1996
3Yazır, age. s. 45
4Yazır, age. s. 58
5Mehmet Aydın, Din Felsefesi, Dokuz Eylül Ün. Yay. İzmir, 1987, s. 9
6Necip Taylan, İlim – Din, Çağrı Yay. İst. 1979, s. 169
7Taylan, age. s. 318
8Taylan, age. s. 320
9Şimşek, Özdeyişler, s. 9
10Necib Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, b.d Yay. İst. 1976, s. 166
11Kısakürek, age. s. 165
12Kısakürek, age. s. 167
13Kısakürek, age. s. 168
14Gottfried Wilhelm Leibniz, İmanla Aklın Uygunluğu Üzerine Konuşma (Discours sur la Confirmite de lo Foi avec la Raison), Ter. Hüseyin Batu, MEB. Yay. İst. 1986, s. 63. Leibniz, bu ifadeleri Mösyö Bayle’den nakleder. Penelop, bir mitoloji kahramanıdır. Sefere çıkan kocası yirmi yıl dönmeyince, kendisini pek çok isteyen olmuş. Örmekte olduğu tülü bitirmeden evlenmeyeceğini söylemiş. Gündüz dokuduğu tülü geceleyin sökermiş. Meriç, Bu Ülke, s. 271
15Meriç, Bu Ülke, s. 143.
16Meriç, Bu Ülke, s. 143.
17Bkz. Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay. İst. 1996, s. 61
18Kam, s. 85
19Bkz. Adıvar, s. 25
20Nursi, Sözler, s. 409
21Rûmi, X, 328-329
22Bkz. Nursi, Sözler, s. 196-197
23Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 136-137
24Türker, s. 53
25Kam, s. 44-45
