Kur’an ayetlerinin rehberliğinde “Gayb âleminde” yaptığımız bu uzun ve zevkli seyahatteki izlenimlerimizi şu şekilde özetlemekte fayda görüyoruz:
Vücut sahası cismânî âleme has değildir. İnsanda bedenle beraber ruh olduğu gibi, âlemde dahi fizikî âlemle birlikte metafizik âlem bulunmaktadır. Mesela, melekler bu metafizik boyutun sakinlerindendir.
İnsan, göz ve kulağıyla cismânî âleme açılırken, akıl ve kalbiyle de gayb âlemine açılır. Âlem, bizden okunması istenilen muazzam bir kitaptır. Fen bilimleri bu kitabın sırlarını bulmamıza yardım ederken, Kur’an-ı Kerîm bu kitabın manalarını bize ders verir, varlıkların dilini öğretir, mevcudâtın ne vazife gördüklerini anlatır. Onların nasıl ve ne şekilde Allah’ı tanıttırdıklarına dikkat çeker.
İnsan, çok hassas cihazlarla ve gayba açılmış duyularla doludur. Ayaklarıyla yerde gezerken, aklıyla ve hayaliyle semalarda dolaşabilir. Kalbiyle, gaybî âlemlere hassas bir alıcı olabilir. Derecesine göre, sadık rüya veya ilhama mazhar olur. Bu durum, peygamberlerde vahiy şeklinde tecelli eder. İnsanlar mutlak gayb sınırı içinde olan şeyleri bilmeseler de, Allahın bildirmesiyle nisbî gaybla ilgili bir takım sırları bilebilir, hatta görebilirler. Nitekim şu anda bizler için gayb hükmünde olan melekler ve âhiret, öldükten sonraki hayatta meşhut hale gelecektir.
Kâhinler ve medyumlar, cinler vasıtasıyla nisbî gayba ait bazı bilgilere ulaşabilirler. Fakat bu, cinlerin gaybı bildiği anlamına gelmez. Kendilerine bilgi getiren cinler, olmuş bir olayı haber verebilirler, fakat gelecekle ilgili sözleri bir tahminden ileri geçemez. Her tahminin de az çok bir gerçekleşme ihtimali vardır.
Peygamberler, gaybı bilen kimseler olmayıp, gaybdan haber alan kişilerdir. Kendi iç dünyalarında mazhar oldukları hususî birtakım gaybî ilham ve sırların yanında, insanlığa gaybî mesajların ulaşmasında elçi görevi görmüşlerdir.
Hz. Muhammed’e (sav) gelen Kur’an-ı Kerîm, Allah’ın bütün insanlığa gönderdiği son ilâhî mesaj niteliğindedir. Bu ilâhî mesajda, şehadetin ve gaybın sırları anlatılmış, yaratılışın muamması çözülmüş, kâinat kitabının manaları ders verilmiştir.
“Gayba iman” müttakî mü’minlerin seçkin özelliklerinden biridir. Gayba inanmayanların ise, değil gaybın sırlarına ermeleri, şehadet âleminin dilini anlamaları bile mümkün değildir. Onlar, maddenin dar kalıbı içinde sıkışmaya mahkûmdurlar.
Her insan, akıl ve kalp aynalarını gaflet kirlerinden, günah tozlarından uzak tutması nisbetinde, gaybî bir takım sırlara mazhar olabilir. Aklıyla hakikatin semasına yükselirken, kalbiyle de ilâhî ilham parıltılarına hassas bir alıcı konumuna gelir.
Kur’an-ı Kerîm, ilmi her şeyi kuşatan Allah’ın ezelî ilminden geldiği için, bütün zamanları içine alan ve bütün mekânlardan bahseden bir üslupla gelmiştir. Kur’an’da gökler ve yer birbirinden uzak değildir. Mazi ve müstakbel yan yanadır. Dünya ve ahiret beraberdir. Şehadet ve gayb, birbirine bitişiktir.
Kur’an’ın gaybî haberlerine kulak asmayanlar, ya maddede boğulmak veya birtakım şarlatanların gaybı taşlayan yalan yanlış haberlerine inanmakla karşı karşıyadır. Hâlbuki Kur’an’ı dinlemeyip bir medyumu dinlemek, güneşi bırakıp da bir mum ışığının aydınlığına sığınmak gibidir.
Kur’an’ın gaybî haberlerinden olan “Allah’a iman”, bizi yüce yaratıcıya götürür. Şu uçsuz bucaksız âlemde bizi yalnızlıktan, kimsesizlikten, sahipsizlikten kurtarır. Dünyayı bir misafirhane ve içindeki insanı en şerefli bir misafir olarak gösterir.
“Meleklere iman”, âlemimizi genişletir. Âlemin her tarafını meleklerle şenlendirir. En yalnız olduğumuz yerlerde bile, onları bize arkadaş yapar. Böylece, uzayı boş bir virane görünümünde olmaktan çıkarır, ibadet eden mahlûklarla doldurur.
“Ahirete iman”, ölümün muammasını çözer. Kayboldu sandığımız bütün ölenlerin, gayb âleminin bir bölümünü teşkil eden “Berzah âleminde” beklediklerini haber verir. İnsanların berzah tünelinden, sonsuz ahiret âlemlerine geçeceklerini gösterir. Böylece, bütün beşerî düşünce sistemlerinin çözmekten aciz kaldıkları “ölümün sırrını” çözer, ölüm ötesini iman nuruyla aydınlatır.
Kur’an’ın dünya ve ahiretten iki menzil olarak bahsetmesi, bir ustanın kendi yapmış olduğu iki evden bahsetmesi gibidir. Yaratan, yarattığını elbette bilecektir. Başkalarının dünya ve ahiretin gaybî boyutundan bahsetmesi ise, hiçbir zaman yakînî bir bilgiyi yansıtmaz. Zan ve tahminden ileri geçemez. Zan ve tahmin ise, bazen isabet etse bile, çoğu kere gerçeğin ifadesi olamaz. Kaldı ki insan, zaman ve mekân gibi pek çok kayıtlarla kayıtlıdır. Sınırlarını bilmediğimiz bu hakikatler, kayıtlı bakışlarla ihata edilemez.
